24 Nisan 2022 Pazar

ESKİ BİR DOĞUM HİKAYESİ


Bahar gelsin diye hevesle bekleyip de baharın kendini gösterdiği ilk günü sular seller gibi duygusal geçirip sonrasında da eski bir günlüğüme gömülüp hafızanın kaybetmeye çalıştığı şeyleri anımsamak. Ne çok yazmışım, ne çok dökmüşüm içimi. Kağıtlarda kalsın istemedim buradan çok insana ulaşsın , birilerine belki nefes olur yalnız olmadıklarını gösterir dedim.

31 Mayıs 2014 tarihinde kaleme almaya başlamışım. Gezi Direnişinin 1. yıldönümü diye de not etmişim. 

*******

Çok şey var yazacak paylaşacak. Neresinden tutacağımı bilmeden oturdum kalemi aldım elime. Arada geri dönüşler ufak anektodlarla anlatmaya çalışacağım. Yaşarken hissettiğimizi verir mi bilmem ama hiçbir fikri olmayan, otizmi hiç bilmeyen birilerini bir nebze durup düşündürürse yeter. Her engelli çocuğun aileisnin en çok istediği şey evladının toplumda kabul görmesİ. Kendi özel mücadelelerimize çok başarılı olamayıp kuyunun dibinde buluyoruz çoğu zaman kendimizi. Derin bir nefes alıp otizmi nasıl anlatabilirim diye düşündüğümüzde ne çok hikayemiz var hepimizin. 

Bugün geri çevirdiğimde başımı, içimi en çok acıtan , en eksik kaldığım yer hastane odası. Hani o her çocuğun anne göğsünde ilk fotoğraf karesinin çekildiği yer. Anne ile o ilk tanışma , birbirinin kokusunu alıp sonsuz bağın düğüm yapıldığı o eşsiz an. Biz Tuğra ile yaşamadık . Onu benden alıp küvöze koymuşlar , beni de bir dolu kalabalığın içinde yapayalnız bırakmışlardı. Bugün her yeni doğum yapanı ziyarete gittiğimde o ilk anın sızısı aklıma gelir yüreğim burkulur boğazıma kocaman taş oturur. Kimilerine göre belki de hiç önemi yok. Hiç anne olamamış kadınları düşününce de ne büyük şımarıklık benimki diyorum. İnsanoğlu hep böyle değil mi , kendinden iyisine odaklanıp harap olmanın bir yolunu elbet bulur. Yakında 16 yaşında olacak ama benim için bu hastane odası mevzu hala çözülmemiş travma. 
Günün birinde bir çılgınlık yapıp yaşadığım travmanın geçtiğini kabul edip inanırsam yeniden anne olurum kim bilir ( Bu satırlardan 1,5 yıl sonra Yalın hayatımıza girdi. Bir umut belki de o eksik kareyi tamamlarım demişim fakat Yalın' ın doğumunda da o kareye kavuşamadım, ikinci bebeğimi de kucağıma vermeden yoğun bakım küvöze koydular. )

*******
29 Haziran 2006 onu ilk gördüğüm gün. Doğumunun ertesi günü. Doğum yaptığım gün beni ayağa kaldırmayı deneyip başarılı olamayınca yoğun bakımdaki tanışmamız ertesi güne kalmıştı. Hemşirenin inadıyla bir an ayağa kalkıp da ayakta duramayınca tekrar yatağıma yatırmışlardı beni. Galiba narkozun da etkisiyle ne anne olduğumu tam idrak edebilmiştim ne de hayatımın bundan sonrasının bambaşka olacağının.

Bir gün öncesi henüz karnımdaki bebeğim gelişimini tamamalamışken ( 34 haftalık ) sabah evde fenalaştım ve Orhun ' u aradım. O sırada da kendime kahvaltımı hazırlayıp 8 aydır her sabah olduğu gibi sabah kusmamı bile yapmıştım.     Ama ters bir şey vardı kendimi iyi hissetmiyordum, bunu izah edebilecek gücüm bile yoktu. Orhun' dan doktoru aramasını rica ettim. İzinde olan ve 8 aylık hamile hastasına gayet ciddiyetsiz ve sorumsuz şekilde idrar yolu enfeskiyonu olabileceğini söyleyip dahiliye uzmanına görünmemi söylemiş. Beni almaya eve geleceğini söyleyince ben iyiden iyiye halsizleşmeye başladığımın farkındaydım ve Orhun geldiğinde kapıyı açacak gücüm olmaz belki diye anahtarı kapıdan çıkarıp onu beklemeye başlamıştım. Orhunun yardımıyla üzerimi değişip Medipol Koşuyolu Hastanesi dahiliye doktorunun odasında muayene olurken kusmanın basıncıyla başlayan kanamam fitili ateşledi. Kendi doktorum izinli olduğu için hastanedeki herhangi bir jinekolog tarafından acilen muayene edildim. Şu an yazarken bile kalbim deli gibi çarpıyor. Yazın o sıcağında soğuk terler dökerek tekerlekli sandalye ile doğumhaneye çıkarıldığımı , ilk ke gördüğüm bir doktorun gelip beni muayene ettiğini anımsıyorum. Bebeğin kalp atışlarını duyduktan sonra beni acilen doğuma almaları gerektiğini söyledi doktor. O an dediğim tek şey '' DAHA 8 AYLIK , YAŞAMAZ Ki
BU BEBEK '' 
Başka seçim şansım yoktu, hasta bakıcılar ve eşimin yardımıyla üzerimdeki her şeyi çıkarıldı ve ameliyat için beni hazırladılar. Şaşkınlığımı, şaşkınlığımızı anlatacak kelime bulamıyorum şu an. Orhun' a kardeşlerime haber vermesini söyledim. Ben hastaneye gelirken telefonumu yanıma almamıştım. Aksilik üstüne aksilik Orhun' un da da telefonu tam da orada bozulmuş çalışmıyordu. Doğup büyüdüğümüz şehirde bir başımıza çaresiz ve yapayalnız doğumhaneye gidiyorduk. Halimiz öylesine zavallı idi ki tarif edemiyorum. Asansörde hasta bakıcının telefonu ile Orhun babasını arayıp haber verdi. Sonrasında buz gibi bir ameliyathane , aletler sesler kalabalık arasına katılıp kendimi avutmaya çalıştığımı şimdi bile anımsıyorum. '' ŞİMDİ UYUYACAĞIM VE UYANDIĞIMDA HER ŞEY GEÇMİŞ BEBEĞİM DE YANIMDA OLACAK '' 
Narkoz verilmeden doğuma girecek olan ve henüz 15 dk önce tanıdığım doktor Leyla hanım geldi ve '' Her şey çok güzel olacak Allahın izniyle '' dedi ve sonra derin bir uyku....

*******
Tıp dilinde PLASENTA DEKOLMANI  denilen bir şekilde dünyaya geldi Tuğra. Bebeğin anne karnındaki yuvası plasentanın dışına çıkması en basit anlatımıyla. Detaylı olarak bakmak isterseniz yukarıdaki kırmızıya bir tıklayıp detaylara bakabilirsiniz. Dekolman doğum oksijensiz kalma ve bir dolu yaşamsal riski de beraberinde getiren bir olay. Plasentanın ayrılması durumunda kanama hemen başlarsa biraz daha süreci önceden yakalayıp riski azaltmak mümkün iken bendeki gibi kanamanın gizli olup sonradan ortaya çıkmasıyla doğumsal riskimiz epeyce atmış. Öyle ki hem benim hem bebeğin hayatını kaybetmesi yüksek olasılıkla beklenen bir durummuş. Benim kanamam önceki gece başlamış aslında ama bana sinyalı sabah vermiş ağrı ile, hastanede kusmanın yarattığı basınç ile de kanama başlayınca sürecin adı konulup aksiyon alınabilmiş. Kanama olmasa her ikimizin zehirlenmesi ve hatta daha da geç kalınsa kaybedilmiş olmamızla sonuçlanacaktı. Sonrasında Plasenta Dekolmanı neden olur, ne yaptım da buna sebep oldum acaba diye çok araştırdım, çok sordum çünkü bir sorumlu bulmak zorundaydım. Ve en yakınımda kendim vardım. Leyla hanımın dediği '' siz ne yaparsanız yapın buna dışarıdan sebep olamazsınız, lütfen kendinizi suçlamayın '' lafı bile beni uzun yıllar rahatlatmadı. 

Doğum sonrası uyandığımda yanımda kim vardı hatırlamıyorum. Ben doğumdan çıkana kadar haber herkese ulaşmış, hepsi hastaneye koşmuştu. Kimseler yanımda tepkisini üzüntüsünü belli etmese de bir doğum sevinci yoktu odamda. Yüzüme yalandan gülüp odadan çıkıp ağladıklarını sonradan öğrendiğim bir dolu insan. Odada bir bebek ağlaması eksik. '' Erken doğduğu için kuvözde ''diyorlar bana sadece, narkozdan belki de sorgulamıyorum ya da korkuyorum duyacağım şeyden. Hatta aklıma kötü bir şey gelmediği gibi salak salak da gülümsüyorum. Aynı gün hemşire odaya gelip beni ayağa kaldırıp yürütmek isteyince anladım yolunda gitmeyen bir durum olduğunu. Ayağa kalkamadım, tansiyonum hala yüksekti. Kalkar kalkmaz tekrar yatağa oturttular beni. Ardından kocaman bir aletle doktorum geldi , beni muayene etti. Öğrendim ki doğum esnasında rahmimi alma durumu bile olmuş. Belki de tekrar anne olamayacaktım. İnsan ne saf ve başına gelenden nasıl da bihaber olabiliyor bazen. 

********
29 Haziran 2006 onu ilk kez gördüğüm o günü hiç unutmayacağım.  Benden önce yoğun bakım penceresiden gören herkes ne kadar güzel olduğunu anlatmışlardı bana. İçimdeki '' Acaba kötü bir şey oldu da benden gizliyorlar mı ? '' hissinden kurtulacağım için inanılmaz mutlu olduğumu hatırlıyorum. Sonunda kendi gözümle görüp derin nefes almak için sabırsızlanıyordum. Ağrımı unutup içime dolan o annelik gücüyle Orhun'un koluna girip yoğun bakım odasına oğlumla tanışmaya indim. Üzerime özel steril kıyafetleri giyip ellerimi dezenfekte edip doktorumuzla içeri girdik. Ona doğru yaklaşırken gördüğüm her kuvözdeki bebeğe merakla baktım, hangisi acaba diye kalbim deli gibi atarken onu gördüm. Bembeyaz pamuk gibi vücudunun her yanında kablolar teller bağlı olan minik masum Tuğramı. Hiç hayali kurulacak bir ilk karşılaşma değildi. Gerçekleri yavaş yavaş duymaya başlıyordum işte. Hayatta olması bile bir mucize olarak görülüyordu. Zor bir yoldan gelmişti ve daha da uzunca bir yolu vardı yanımızda olabilmesi için. Görür görmez hıçkıra hıçkıra ağladım, içimde durmayıp çıkmak istemiş 1900 gr bu küçük yavru benim miydi? Nasıl büyütecektim? Tüm korkularımla o anda tanıştım. Henüz dokunamadığım bir yavrunun sızısı taa içime oturmuştu işte. Ömrümce içimden sökülmeyecek kadar derine.


devam edecek...